Dinleti

19 Kasım 2015 Perşembe

Mahkumun Son İsteği



15 kişiyi yakarak katletmekten elektrikli sandalye cezası verilen bir mahkûmun infaz günü gelmişti. İki görevli onu sandalyeye götürüyordu. Elleri kelepçeliydi. Kelepçeler sadece mahkûmun elini değil, hayatını da sımsıkıya bağlar. Bu mahkûmda aynen öyle bir durumdaydı. Sandalyeye getirip oturttular. Kelepçeleri çözdüler. Sandalyenin olduğu oda loştu. Görevliler net olarak seçilmese de, mahkûmun olduğu sandalye aydınlıktı. Görevliler birbirlerine bakarak vaktin geldiğini ifade eden bir edayla bakıştılar. Adetten bir soru soracaklardı.

Son isteğin nedir mahkûm?

Mahkûm, hafif gülümseyerek bir sigara istedi. Son isteği bir sigaraydı. Odadaki bir görevli dışarı sigara almaya gitti. Döndüğünde mahkûm da hala aynı yüz ifadesi vardı. Sigarayı uzattılar. Mahkûm sigarayı eline aldı ve parmakları etrafında bir tur attırdı. Sigarayı ağzına götürürken duraksadı “ Bu sigarayı bir hayat olarak düşünelim” dedi ve gülümsedi. Ağzına götürdü. Görevlilerden biri çakmakla sigarayı yakmak istedi ama mahkûm elini tuttu engelledi. “ Birinci kural, hayatını kesinlikle başkasına yaktırmayacaksın. Hayatta her işi kendin yapacaksın “ dedi mahkûm ve görevlinin elinden çakmağı aldı, kendi yaktı. Görevliler şaşırdılar ama karşı koymadılar. Sigarasını içmeye başlamıştı ve bir anda tekrar konuşmaya başladı. “ Daha demin sigarayı hayat olarak göstermiştik. Hayatımızı ne olursa olsun kendimiz yakalım, kendimiz tutuşturalım ve kendimiz söndürelim.” Dedi. Görevliler dikkatle dinlemeye devam ettiler. “ Şimdi de sigarayı, öldürdüğüm insanların hayatı olarak görelim. Hayatlarını yaktım, hepsini tutuşturdum aynı sigara gibi, ve hepsini söndürdüm aynı sigara gibi…” Görevliler hafif ürkmüştür. Mahkûm arada sırada öksürmektedir. Sigarayı içmekte güçlük çekiyordur. “ İkinci kural, kimsenin hayatına karışmayacaksın. Ben karıştım ve sonum burası gördüğünüz gibi” Zaman akıp geçmektedir. Mahkûmun sigarası da bitmeye başlamıştır. “ Üçüncü kural, sigara bir hayat ise dibini göreceksin. Aynen ben şimdi hayatımın dibini göreceğim gibi”.

Görevliler artık zamanın geldiğini söylerler. Ve mahkûmun ellerini elektrikli sandalyeye bağlarlar. Mahkûmun kafasına ve kollarına kablolar takılır. Ve başlayın işareti verilir. Mahkûm son kez ağzını açar

“ Dördüncü kural, bilmediğiniz şeyi yapmayacaksınız”

Görevliler, işareti verir ve infaz gerçekleşir. Mahkûm can verir. Kurallarıyla birlikte hayata gözlerini yumar.

—2 sene önce-

O gün yine işine geç saatte gelmişti. Evi işyerine uzaktı. Bu yüzden işe gitmeye çok zorlanıyordu. Tüp fabrikasında çalışıyordu. Tüpleri kalite kontrol yapıyordu. Az para alıyordu ama geçinimini sağlıyordu. İş yerine geldiğinde hemen işinin başına geçti. Onun dışında 14 kişi daha kalite kontrolde çalışıyordu. Yan yana iş yapmaktaydılar. 5 saniyede bir eline bir tüp geliyordu. Test edip damgalıyordu. Telefonu çaldı. Evinden arıyorlardı. Açtı konuştu. Acilen hemen tüpü bırakarak çıktı. Hemen oradan bir çırağı çağırdı. “ 5 dk benim yerime tüpleri kontrol et. Ve sakın sigara içme” Dedi ve çıktı. Çırak tüplerin başına geçti. Bu konuda bir bilgisi yoktu. Diğer kişilere bakıp o da aynı şeyi yapmaya çalışıyordu. Bilmediği bir işti. Gelen tüplerden biri hafif şişikti. Gaz sıkışması vardı. Çırak bu tüpe de geçerli damgası vurdu. Diğerlerinin yanına bıraktı. 5-6 tüpü de aynı bu şekilde diğer gazı sıkışmış tüpün yanına yolladı. O tüp arada sıkıştı. “Tıs” diye bir ses duyuldu. Ve korkunç bir patlama gerçekleşti. İçerdeki 14 görevli ve çırak yanarak feci şekilde can verdi. O sırada iş yerinden çıkan adam işe dönmüştü. Alevleri görünce şoka uğradı. Acil işi ise komşusunun kalp krizi geçirmesiydi. Karısı misafirlikteyken kriz başlamıştı. Ve karısı haber vermişti. O da koşup acilen bakmıştı. Geldiğinde arkadaşlarının yanarak can verdiğini gördü. Polisler sorgu üzerine adamı götürdüler.

Mahkemede adam 15 kişiyi öldürmekten suçlu bulundu. Savunmasını gerçekleştiremedi. Çünkü o uğradı şokla aklı zarar görmüştü. “15 kişiyi yakarak katletmekten elektrikli sandalye cezası verilmiştir” dedi hakim. Ve mahkeme dağıtıldı. Polisler, alev alev yanan işyerinden izmarit külleri bulmuştu. Sigaradan çıkabileceği şüphesi de uyandı. Fakat tüpün başka şekilde patlatıldığı ortaya çıktı. Tek bir şey kalmıştı, o da adam tarafından kundaklatıldığı oldu. Hastane raporlarında mahkumun şu ana dek sigara kullanmadığı bildirilmişti. Ama kanıtlar adamın kurtulmasını sağlayamadı. Eğer mahkûm çırağa sigara içme demese belki de raporlarda sigaradan patladığı anlaşılacak ve suç çırağın olacaktı. Mahkûm başkasının işine karışmıştı. Ve çırağa işi devretmemeliydi. Çünkü çırak işi bilmiyordu. Bilmediğin işi yapmayacaksın. Ve her zaman kendi işini kendin yapacaksın…

Sarhoş Adam

Akşamdan kalma adam, büyük bir baş ağrısı ile sabah uyanmış. Zorlukla gözlerini açıp, yerinden doğrularak, şöyle bir etrafına bakınmış. Komodinin üstünde bir bardak su ve iki aspirin duruyor. Yatağı ayakucundaki sandalyede elbiseleri temiz ve ütülenmiş. Aspirinleri içerken, komodindeki not dikkatini çekmiş; "Sevgilim, günaydın. Kahvaltın mutfakta. Ben alışverişe çıkıyorum, erken dönerim. Seni seviyorum". Kalkıp, giyinmiş ve kahvaltı için mutfağa gitmiş. Bakmış oğlu oturmuş, kahvaltı ediyor. Masada da kendi servisi ve gazeteleri duruyor. Oturmuş, kahvaltısına başlamış ve oğluna sormuş; 'Evlat, dün gece ne oldu, biliyor musun?'
Evet, dün gece saat 3'ü geçiyordu, sarhoş olarak eve geldiğinde. Önce koridordaki sandalyeyi devirdin, ardından kustun, daha sonra da odanın kapısına kafanı çarptın, bir gözün morardı. Adam, şaşırmış vaziyette:
'Anlayamadım. O zaman niye her şey temiz, kahvaltı hazır ve gazetem alınmış?'
Onu mu soruyorsun. Annem seni sürükleyerek yatak odasına götürüp, pantolonunu çıkarmaya çalıştığında, "Bayan, beni yalnız bırakın, ben evli bir adamım" dedin.

Papatyanın Aşkı



Koskoca bir bahçede harikulade çiçekler içinde bir papatya..
Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana..

Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından..
Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin…
Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş..
Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları..


Kıskanıyormuş bahçıvanı,
Kırmızı güllerden,
Sarı lalelerden,
Mor menekşelerden….
Zambaklardan…
Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını..

Bir gün, Aşkı öyle büyümüş ki…
Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş..
Eğilivermiş boynu.. Toprağa bakıyormuş artık...
Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş..
Ayaklarını görüyormuş.. Bunada şükür diyormuş..
Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek…

Zaman akıp gidiyormuş..
Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş..
Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş..

Ve işte bir gün..

Bahçıvan papatyaya doğru yaklaşmış… İncecik bedenini ellerinin arasına almış…
Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı… Hala göremiyormuş onu, ama bedeni kurtulmuş…

Uzun bir müddet sonra,
Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye..
Gelen giden yokmuş..
Kahrından ölecekmiş papatya..

Ama işte bir sabah…

Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış..
Derin bir oh çekmiş..
Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş..
Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş..
Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş..
Başka birisiymiş..
Adamın elinde bir de makas varmış..
Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..

Ne güzel açmışsın sen öyle demiş..
Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış...
Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarısıymış..
Ama gövden seni taşımıyor demiş.
Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış..
Ve bir hamlede bağını gövdesinden ayırmış..

Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini..
O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış..
Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş..
Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini..
O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş..
Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş,
ama onu aslında hep sevmiş…

Papatya anlamış artık..

Sevgi, emek istermiş…

Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini..
Teşekkür etmiş ona içinden..
Son yaprağı da kuruduğunda, biliyormuş artık..

Gerçek sevginin, söylemeden, yaşamadan ve asla kavuşmadan var olabileceğini…

Küçük Kızın Cevabı



Akşam üzeri küçük kızının odasından mırıltılar geldiğini duyan anne, kulağını iyice kapıya dayar.
Henüz sadece bazı harfleri bilen 5 yaşındaki kızının ağzından anlamsız ancak içten, tuhaf fakat ısrarla söylenen sesler duyar. İçeri girip baktığında, kızının bildiği harfleri ardı ardına ve düzensiz biçimde saygıyla tekrar ettiğini fark eder.
Aynı sırada ellerini açıp gözlerini kapatmış olan kızı, annesinin sessiz adımlarını fark etmez. Anlaşılan o ki kızı uykuya dalmadan önce dua ediyordur..
Çocuğunun saçlarını nazikçe okşayarak sorar annesi:

"Kızım sen bu duayı nereden öğrendin?"

Küçük kız, kendinden emin bir eda ile cevap verir:

“Bu duayı ben buldum!"

"Nasıl yani?" diye sorar annesi tekrar.. Kız:

"Bu gece tam olarak ne isteyeceğimi bilemiyorum.. Şimdi ben sadece harfleri söylüyorum,Allahü Teala onları benim için sıraya dizecek... Çünkü benim ne isteyeceğimi o zaten biliyor "

Sigara



Adamın; "Hava o kadar da soğuk değil, dışarıda oturalım mı?" sorusuna, kızın "Olur" cevabı vermesiyle birlikte vapurun en üst katına doğru yol alırlar.

Birkaç dakika havadan sudan muhabbetlerle geçtikten sonra, adam kıza bir sigara uzatır ve kendisine de bir tane alır. Daha sonra, genç adam birden lafa girer:

- Biliyorum, bu konuları daha önce hiç konuşmadık ya da konuşamadık diyeyim. Merak etme ama, "Neden ayrıldık biz" sorusunu sormayacağım. Sadece sana söylemek istediğim birkaç şey var, onları konuşmak istiyorum.

Genç kız; adama bakarak, - "Evet seni dinliyorum, devam et" dedikten sonra adam, konuşmasına kaldığı yerden devam eder:

- Biliyor musun? Ayrıldıktan sonra, seni sigaraya benzetmeye . başladım.

Kız, hiç tahmin etmediği, alakasız bir konuyla lafa girmesinin verdiği şaşkınlıkla,

"Ne? Nasıl yani?" der.

Adam, önce kıza uzattığı sigarayı ve sonra kendi sigarasını, çantasından çıkardığı çakmak ile yaktıktan sonra:

- Mesela bir tane sigara yakıyorum ve kül tablasına koyup izlemeye başlıyorum. Kül tablasına dökülen külleri gördükçe; anılarımız aklıma her biri kül olup acılarıma dönüşüyor sonra. Arada bir elime alıyorum sigarayı ve içime çekiyorum seni. Kendimi zehirlemek için; daha çok, daha çok çekiyorum. Bazen de anıları silkiyorum kül tablasına. "Sen zehiri" hoşuma gidiyor, içimi acıtıyor, vazgeçemiyorum; içime çekmeye devam ediyorum. Ağzımdan çıkan her dumanda, ayrılırken bana bıraktığın; son bakışının silueti beliriyor. Her sigaranın olduğu gibi, senin de sonun yaklaşıyor. Ve ben yavaş hareketlerle; ne zaman seni söndürmek için, elimi götürsem kül tablasına, aptalca bir umutla "Ne olur yapma!! " diyeceğin zamanı bekliyorum. Ama hiçbir zaman duyamıyorum sesini. "Ve işte bitirdim seni" diyorum. Hayır hayır kendimi kandırıyorum galiba, "Seni böyle bitiremem" diyorum sonra. Ama bakıyorum kül tablasına; evet! Sen oradasın, evet! Anılar orada. Ancak, elimde hala kokun var. Yıkasam da, hiç çıkmayacak bir koku. Anlıyorum ki; bu sigarada, senin çok az bir kısmını bitirmişim. Senden bağımsız bir sen, hep içimde yaşıyormuş. Ve anlıyorum ki, sadece sönüyorsun. Seni atesleyecek bir "Ben" bekliyorsun sabırla. O "Ben", çok da bekletmiyor seni. Bir daha yanmaya başlıyorsun. Anılar acılar derken yine bitiyorsun. Yeniden yanıyor ve bitiyorsun. Bu hep böyle devam ediyor; sonunda alışkanlık oluyorsun.

Genç kız anlatılanları dinlerken; tarif edilmeyecek bir duygu yoğunluğu içindeydi. Bir yandan, birisinin bu kadar acı çekmesine üzüntü duyarken; diğer yandan da, kendisinin hala unutulmamış olmasından, haz alıyordu. Aslında kendisi de unutamamıştı genç adamı. Kendi isteğiyle ayrılmıştı ama; sevmediği ya da artık bir şeyler hissetmediği için değil, en yakın kız arkadaşının da, o insana karşı bir takım duygular beslediği için gerçekleşmişti bu ayrılık. Bunu; ne erkek arkadaşı, ne de en yakın arkadaşı biliyordu. Erkek arkadaşına, "Bu ilişkide bir şeyler eksik, ben daha fazla sürdüremeyeceğim, ayrılmalıyız." diye bir mesaj atarken; kız arkadaşına, "Ilgisiz bir sevgili olmaya başlamıştı günler geçtikçe; çok bunalmıştım. Ve bir gün onu, başka biriyle sarmaş dolaş gördüm. Bu yüzden ayrıldım." demişti. Böylece, hem erkek arkadaşından, kendine göre, makul bir sebeple ayrılmış; hem de arkadaşına, erkek arkadaşını kötüleyerek, ondan soğumasını sağlamıştı. Kendisinin çok acı çekeceğini bile bile, arkadaşını kaybetmemek için, böyle bir yalanlar zincirine başvurmuştu. Artık hayatını,bu yalanlara göre düzenlemeliydi. Bu yüzden; bu karşılaşmalarında duygularını bir tarafa bırakıp, mantığı ile karar vermek zorundaydı. Geri dönüşü yoktu ve kız da bunun farkındaydı. Bütün ayrıntıları, olası bir karşılaşma için düşünmüştü daha önceden. Adamın anlattıklarını dikkatlice dinliyor ve sözünü bitirmesini bekliyordu. Ve adamla göz göze gelip, "Bitti, bu kadardı!" dermişçesine bakmasından sonra, kız konuşmaya başladı:

- Açıkçası bu söylediklerin, hiç beklemediğim şeylerdi. Benim, bu açıklamalarına bir yorum yapmamı bekleme. Çünkü bunlar; senin kendi düşüncelerin. Her biten ilişkiden sonra, yaşanabilecek duygulardan bu anlattıkların. Şunu söyleyebilirim ama; yaşadığımız ilişkide, elimden gelen fedakarlığı gösterdiğime inanıyorum. Seni hiçbir zaman suçlu görmedim, herşey benden kaynaklıyordu. Sonuç olarak, bir şekilde bu ilişki yürümedi ve bitti. Bu kadar basit.

- Bu kadar mı yani?

- Evet...

Genç adam şok olmuştu. Belki, daha ılımlı bir yaklaşım bekliyordu kızdan. Ancak, kesin ve kararlı konuşmuştu kız. Hiçbir umudun kalmadığına, kendini inandırmaya çalışıyordu. Vapur yanaşmışti iskeleye. Tek bir kelime bile konuşmadan vapurdan indiler. Iskelenin sonunda; genç kız, adama sarılarak "Hoşçakal" dedi. Ancak adam, ayrılırken ne sarılmıştı kıza, ne de bir kelime çıkmıştı ağzından. Bir heykel gibi duruyordu kızın karşısında. Kız da, bir tepki . gelmeyince; hızla oradan uzaklaşmayı tercih etti. Arkalarına bile bakmadan ayrıldılar. Kız, işyerine ulaştı. Yerine oturduktan hemen sonra, cep telefonuna bir mesaj geldi. Mesaj, eski sevgilisindendi ve şöyle yazıyordu:

- "Hep bu karşılaşmayı ve sana sigara hikayesini anlatacağım günü beklemiştim. Ve o gün, gözlerimin içine bakıp; söyleyeceklerine göre, hayatıma bir yön çizeceğime..."

Genç kız, bu mesajdan hiçbir anlam çıkaramamıştı. Bu mesajı düşünürken; bir mesaj daha geldi:

- "... kendi kendime söz vermiştim. Bugün duyduklarım; beni hayal kırıklığına uğrattı ve ben kararımı verdim:"

"SİGARAYI BIRAKTIM..."

Tsutomu Yamaguchi



Sadece iki şehire atom bombası atıldı, bu adam ikisinde de o şehirlerdeydi. 1916 yılında doğan Tsutomu Yamaguchi 6 Ağutos 1945’te Hiroshima’ya bir iş gezisine gitmişti. Şehre ayak basmasından kısa süre sonra atom bombası 4-5km uzaklığına düştü. Geçici körlük ve sağırlık yaşayan Yamaguchi bu acı deneyimden canlı çıktı.

Bir yardım çadırında geceyi geçiren Yamaguchi ertesi gün evine döndü… Nagasaki’ye. Birkaç gün sonra Yamaguchi iş yerinde, arkadaşlarına yaşadığı olayı anlatırken, Nagasaki’ye atom bombası atıldı. Yamaguchi bugün halen yaşıyor ve 93 yaşında.

Frane Selak
Hırvat müzik öğretmeni Selak’ın hikayesi de Alder’inkine benziyor. İlk olarak 1962 yılının soğuk bir ocak gecesinde trenle yolculuk yapan Selak’ı taşıyan tren, raydan çıktı ve yolun kenarındaki buzlu nehre düştü. Trendeki 17 kişi öldü. Selak kıyıya yüzmeyi başardı ama omzu çıkmış ve şoktaydı. Yine de yaşadığı için mutluydu. Bir sene sonra Selak, Zagreb’ten Rijeka’ya uçakla gidiyordu. Yolculuk sırasında birden uçağın kapısı açıldı ve Selak, uçaktan dışarı emildi. Bir süre sonra uçak yere çakıldı ve 19 kişi hayatını kaybetti. Selak, gözlerini hastanede açtı. Saman yığınının içine düşmüştü ve sadece birkaç küçük sıyrığı vardı.

1966 yılında Selak otobüs yolculuğu yapıyordu. Otobüs birden yoldan çıktı ve nehre yuvarlandı. Kazada dört kişi hayatını kaybetti ama.. Selak yaşıyordu.
1970 yılında Selak’ın sürdüğü otomobil hareket anında alev aldı. Selak otomobilden çıkmayı başardı. Kısa süre sonra da otomobilin yakıt deposu patladı. Selak’da birşey yoktu.
1973 yılında Selak’ın sürdüğü otomobilin yakıt pompası arızalandı ve motorun her tarafı yakıt doldu. Yakıt alev aldı ve havalandırma deliklerinden otomobilin içine doldu. Selak’ın sadece saçı yanmıştı.
1995’te karşıdan karşıya geçerken otobüs çarptı. Selak’in sadece birkaç çiziği vardı.
1996 yılında dağ yolunda otomobil kullanırken bir virajı döndü ve kamyonla karşılaştı. Direksiyonu kırdı ve kendini dışarı attı. Otomobilinin 400 metre aşağıda patlamasını izledi. Bu sırada Selak uluslararası bir üne kavuşmuştu.

2003 yılında ilk piyango biletini aldı ve çekiliş sonunda 1 milyon dolar kazandı. Kazandığı parayla kendine bir ev, otomobil ve bot alacağını söyledi. 2004 yılında Salek, Doritos’un yeni reklam yüzü olmayı kabul etti. Çekimler için Sidney’e gitmesi gerekiyordu ama o şansını test etmemek için uçağa binmeyi kabul etmedi ve Doritos’la olan anlaşmasından vazgeçti.

Alec Adler
İngiltere’de yaşayan Alec Alder her çeşit kazaya karıştı. 1926 yılında karnının üzerine ağaç düştü ama önemli birşey olmadı. 1929 yılında bisiklet sürerken otomobil çarpan Alder’in hayatı, aracın şoförünün şans eseri doktor çıkması ve kendisini olay yerinde tedavi etmesi sonucu kurtuldu.

1939 yılı Ekim ayında 21 yaşındayken Glosters Kara Birlikleri Alayında askere alındı, bu sırada patlak veren İkinci Dünya Savaşı nedeniyle bölüğü, Dunkirk’de savaşa çağrıldı, ancak nişanlısı Ada ile evlilik tarihlerini iki ay öne alan Adler’e 5 günlük izin verildi. Adler, balayından sonra kışlaya döndüğünde bölüğü görev yerine gittiğinden Cheltenham’a gönderildi, bundan 6 hafta sonra Dunkirk’e giden bölüğün tamamı öldü.

Emekli kömür tüccarı olan Adler, 1942 yılında Yorkshire’da askeri eğitim sırasında bir tankın altında kaldı, yine şans eseri yerin çamurlu olması nedeniyle tankın üzerinden geçtiği ayağı ve bacağı sadece çamura gömüldü. Olaydan bir yıl sonra çavuş olarak görevlendirildiği Davon’da bir akrabalarının evinde çatı katındaki yatak odasında kalan Adler’i bu kez de uykudayken bir savaş uçağı yakaladı. Uçak, evin bir bölümünü yıktıktan sonra düştüğü bahçede alev aldı.

Ölümle yüzleştiği diğer anlar:
1940- İngiltere’de savaş sırasında havaalanı muhafızlığını yaparken bombardımandan sağ kurtuldu.
1940- Gravesend’de bombardımandan kurtuldu.
1943- Bulunduğu geminin motoru bozulan Adler, Alman denizaltılarının saldırısından kurtuldu.
1944- Burma’da silah arkadaşının ölüm tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
1944- Burma’da bir futbol maçı sırasında bacağı kırılan ve hastaneye kaldırılan Adler, burada da düşmanın elinden kurtuldu.
1945- Savaştan sonra Cebelitarık’tan eve dönüş yolunda şiddetli bir fırtınaya yakalanan gemisi az daha batıyordu.
1947- Blackpool’a seyahat ederken kullandığı araca az kalsın kamyon çarpıyordu.
1977- Yine bir araba kazasından sağ kurtuldu.
1997- Aracıyla Galler’den Stroud’a giderken bir kamyonun kapılarının tam önünde açılması sonucu büyük bir kaza atlattı.

Roy Sullivan
Şanssız çünkü: Yıldırım çarptı… Yedi kere. İstastiklere göre herhangi birisini yıldırım çarpma olasılığı binde üç. Birisini yedi kere yıldırım çarpma olasılığı ise 22,000,000,000,000,000,000,000,000′da 1. Amerika Virjinya Shenandoah Ulusal Parkı’nda koruculuk yapan Roy Sullivan’ı yedi farklı kere yıldırım çarptı.

Bazı bilim adamlarına göre Sullivan’ın işi gereği açık arazide dolaşması şanssızlığını tetikleyen bir unsur. Sullivan, 1942 yılında ilk defa bir gözetleme kulesindeyken yıldırım çarptı. Sullivan, bu olaydan sonra dağdan aşağı otomobille inerken, balık tutarken ve korucu kulübesinin içinde de yıldırım çarptı. Üç sene sonra da ayak bileğinden yıldırım çarptı.

Sullivan’ın eşi bile evin dışında yeni yıkadığı çamaşırları asarken aksiyona dahil oldu. Sullivan, karısına yardım ederken her ikisine birden yıldırım çarptı. Altıncı çarpılmasından sonra Sullivan, kaçtığı bulutların onu takip ettiğini söyledi ve ne yazıktır ki Sullivan 71 yaşına geldiğinde intihar etti.

Jason ve Jenny Cairns-Lawrence
Bir çok kez terörist saldırısına uğradılar. Her yıl milyonlarca kişinin yaptığı gibi İngiliz çift Jason ve Jenny Cairns-Lawrence 2001 yılında tatile çıktı. Tatil yeri ise New York’tu, tarih ise 11 Eylül. Bulundukları yer de Dünya Ticaret Merkezi’ydi. Güzel geçen tatilleri o an hayatlarında bir kez yaşayabilecekleri bir kabusa dönmüştü. Aslında bu sadece bir başlangıçtı. Çift dört sene sonra 7 Temmuz 2005’te Londra’da bulunma hatasını gösterdi. O gün şehrin ulaşım sisteminde birden fazla bomba patlamıştı ve 52 kişi hayatını kaybetmişti. Lawrence çifti de o gün bombalanan alanlardan birisindeydi.

Üç sene sonra bir başka tatile çıktılar. Bu sefer egoztik Hindistan şehri Mumbai’ye gittiler. Çift bu sefer de ülke tarihinin en kötü terör saldırısına tanıklık etti. Lawrence çifti bu sefer tatili yarıda kesmedi ve olaydan sonra dinlenmeye devam ettiler.

Ann Hodges
Şanssız çünkü: Göktaşı çarptı. Ann Hodged 30 Kasım 1954’te koltuğunda uyukluyordu. Tam bu sırada da bir gök taşı atmosferde dünyaya doğru yol alıyordu. Dünyaya düşüşü sırasında taş üç parçaya ayrıldı ve bu parçalardan birisi Hodges’ün çatısını delerek kalçasını çarptı.
Hodges, tarihte ilk defa meteorit çarpan ilk kişi.

Pişmanlık



Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı.

Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
-Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?

-Tamam bey, bitti işte.

Adam açık mavi göleği hışımla aldı;
-Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.

Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
-Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
-Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim.

Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”

Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
-Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.

Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.

Biraz sonra çocuklarına seslendi
-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.

Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.

-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?

Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı.

Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?

-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…

O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.